- Katılım
- Ocak 22, 2025
- Mesajlar
- 262,353
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 36
I.
Aktüel siyaset ve dünyanın bugünü üzerine bu kadar çok yazı yazıp da siyasi iktidara, iktidar mekanizmalarına ve bizzat devletin başındaki cumhurbaşkanına hiçbir eleştiri getirmeden konuşmak mümkün olabilir mi? Olabilirmiş.
İsrail'in Filistin'de yaptığı sistemli soykırım karşısında ahlaksızlığına vehmedip susmasını beklerken, köpekliğe hamledip barış istermiş gibi soykırıma destek olan cumhurbaşkanı hakkında tek cümle kurmadan dünyadaki başka devlet başkanları ve başka demokrasi deneyimleri (!) üzerine derinlikli okumalar yapmak mümkün mü? Mümkünmüş demek ki.
Şaka yapmaya çalışmıyorum, bütünüyle ciddiyim ve Alman cumhurbaşkanından söz ediyorum. Tanıl Bora'yı hiç Almanya cumhurbaşkanını eleştirirken gördünüz mü? Hayır. Ama bizimkini sürekli eleştiriyor. Neden? Adamların demokrasisinin, kendilerinde bile olmayan ideal örneğini bizim vermemizi istiyor çünkü. Onlar öyle istiyor da Tanıl Hoca niye öyle istiyor, onu anlamıyorum.
Bu numaraları yutan büyük kitlelerin aksine Tanıl Bora, bu numaraları yutacak adam mı? Elbette değil. E peki neden bu performansı gösteriyor? Ya bilerek ya da yaşlanarak iyice 90'lı yıllar Türk gazetelerine döndü Tanıl Hoca: Berrak, temiz, tutarlı ve fedakâr. Etrafına bir daire çizip herkesi ve her şeyi eleştiriyor. Uzaktan bakınca doğru şeyler söylüyor, yakından bakınca dürüst şeyler... Bakmayıp okuyunca her biri ancak kendi içinde tutarlı sadece bir şeyler söylüyor.
Tanıl Hoca'yı, henüz ve hâlâ yazılmamış olan Cumhuriyet sonrası Türk düşünce tarihinin Demirel'i olarak işaretleyelim ve şunu netleştirelim; 'Ot-Kafa-Deve-Fil-Bavulgillerin mütekabili olan Cins Dergisi', Tanıl Bora'nın zannettiği gibi 'Türkiye'de Kemalist beyazların oluşturduğu kültürel iktidarla mücadele etmek' için falan çıkmadı. Bu illüzyonu yeriz mi zannediyor Tanıl Hoca? Bu çayır, çimen değil. Bu sürülen yağ değil, o biçilmiş don kıspete nispet değil.
İlk söylediğinde, 'tamam' dedik. Hoca, yanlış biliyor, sessize aldık. Ancak aynı cümleleri birkaç kitabına birden koyması ve nihayetinde buna son muazzam eseri Zamanın Kelimeleri'nde de yer vermesi karşısında doğrusunu anlatmak gerekir dedik.
Cins Dergisi, daha henüz ilk sayısında -ki 10 yıla yaklaştı bu zaman- Tanıl Bora'nın hâlâ vehmettiğinin tersine Türkiye'de bir 'kültürel iktidar' falan olmadığını söyledi.* Hele ki bu 'Kemalist beyazların' elinde olsun. Beyazlara neden beyaz dendiğini bile bilmiyor mu Tanıl Hoca? Her rengi üzerlerinde çok iyi gösteriyor oldukları için. Dolayısıyla söylediğimiz ve karşısına geçtiğimiz yel değirmeni küre ölçeğinde her şeye kendi rengini bulaştıran, Teoman Hocamıza rahmetle söyleyelim, vitrinini Amerika'nın oluşturduğu 'İngiliz-Yahudi Medeniyeti' ve onların araçlarıydı.
Kemalist beyazların yaptığı şey, bidayetinden beri bayilik çabasıydı. Üstelik kötü temsilcilikle… Bizzat Kemalizm de başarılı bir kötü bayilik teşebbüsü değil miydi zaten? Ama başka kötü bayiliklere kıyasla iyiydi ve başka kötü bayilikler gibi ekmek verdikleri tarafından savunuldu. Devam da ediyor tabi ki.
Türkiye'ye mahsus bazı tuhaflıkların sebebi de tam olarak bu değil miydi? Ortaya çıkan ve anlamlandırmakta zorlanılan bütün absürt fotoğrafların sebebi bu. En azından hangi görüşte olursa olsun namuslu tüm çocukların acaba ünlemine yol açan tuhaflıklar… Hem 6-7 Ekim olaylarının azmettiricisi Demirtaş'ı savunup hem Atatürkçü olmak hem Aybüke öğretmene üzülüp hem Kobani'ye yürümek aynı bünyede nasıl barınır? Cevap veriyorum: Güzel ve parlak kılıflarla… Menemen'de öldürülen subay Mustafa Kemal'in subayıydı da Deniz Gezmiş'in kurşun sıktığı jandarma kimin jandarmasıydı, önce bunu bir söyleyin.
'Biz sosyalist değiliz' diyen Atatürk'ün partisini, Sosyalist Enternasyonel'e üye yapmak kimin fikriyse Türkiye'de yolunda gitmeyen şeyler konusunda hem de etkili bir şekilde çalışan o parlak parmakla meselemiz var ve o parmak beyazların falan değil. Onu anlayalım.
Sizin için hikâyeyi özetleyeyim; Mustafa Kemal'in silah arkadaşları erkenden emekli edildikten sonra ortada sadece Atatürk'ün 'sofra arkadaşları' kalmıştı ya. Mustafa Kemal'in ölümünden sonra bile o sofradan kalkmayan adamların riyaset ettiği cumhuriyet tarihimizde yolunda gitmeyen ne varsa, o sofradaki bir avuç çekirdeğin ve verilmiş sözlerin peşindekileri adamların yüzünden.
Bırak kaldırma niyetini, günün birinde birisi sofradakileri değiştirme kudretine sahip olacak gibi olduğu için bu kadar atlayıp zıplıyorlar işte. Mesele sadece çekirdek değil ama. O parlak parmağın kim olduğunu anlamak isteyenler, İletişim'in yayın listesindeki 'çevreci, feminist, lgbtq+'cı PKK' vurgusunun nasıl tatlı ve 'özgürlükçü' başlıklarla senelerden beridir arz-ı endam ediyor oluşuna dikkat kesilebilir.
II.
Zamanın Kelimeleri'nde Nuray Mert'in ev ödevine de hak veriyor Tanıl Hoca. 'Daha iyi bayilik' yapmayı çıkış seçeneği olarak ortaya koyuyor ve ikna olmamızı bekliyor. Mert'in bu ödevi 100 yıl sonradan verdiğini ve ödevin kendisinin bizzat ana şubeyi tahkim etmekten başka bir anlam içermeyeceğini anlamıyor mu? Yoksa Nuray Mert gibi yaşlandı mı o da? Neymiş, 'Kültürel manada iddiamız varsa bunu mevcut ve beğenmediğimiz düşünce ve kültür dünyasını bir yana ayırarak değil, onu aşacak ürünler ile yapabilirmişiz. Yoksa biz çalıp biz oynarmışız.'
Adamlar kendileri çalıp kendileri oynuyorlar, orada niye sorun olmuyor. Demokrasiyi içselleştirmiş bir entelektüel olarak her şeyi ancak bulduğu karşılıkla izah etmeye yönelik bu eğilimin nasıl konuşmaya bile değmez bir düşüklük olduğunu gerçekten görmüyor mu Tanıl Bora? Bir şeyin bir şeyi 'aşması' ne demek gerçekten? Çok kırılıp dökülür yerler buralar. Mevcut düşünce ve kültür dünyası neymiş? İddiamız ya da iddiamız nispetince üretimimiz yoksa mevcuda mı eklenmeliymişiz? Nuray Mert bizzat öyle mi yapmış mesela?
Ancak bizim ağzımıza yakışır sevecekleri bir örnek vereyim; Hat sanatının tam da içinde bulunduğumuz zaman dilimindeki seyri hakkında ne buyurur Hocalarımız? Al işte kendimizin çalıp kendimizin oynadığı bir yer. Neden? Çünkü Nuray Mert'in gerçek dünyasında buna yer yok. Varsa bile Zeki Müren'in evindeki hat levhaları gibi; terk edilememiş bir kötü alışkanlık.
Neden 100 yıl sonradan veriyor dedik bu ödevi? Çünkü yüz yıl sonradan verince çok tatlı oluyor. Verir vermez geri çekilip çevrenizde ikna olmuş gözler arayabilirsiniz de ondan. Ölümden henüz dönmüş yatalak hastaya, 'sağlıklı yaşam için koşmak şart' diyor Nuray Mert. Koşamadığın sürece de yaşamakla ilgili iddian olmasın, diye ekliyor. Tanıl Bora da hak veriyor bu şakaya. Bu cümleyi Elif Şafak kurmuş olsaydı vallahi söyleyecek bir şeyimiz olmazdı. Hayır, Elif Şafak örneğini, okuma-yazması olmadığı için tahkir etmek amacıyla vermiyorum, İngiliz olması açısından veriyorum. Nuray Mert, İngiliz bir hoca olsaydı da bu cümleleri kursaydı, diyecek bir şeyimiz olmazdı. Merkezde kendisi varken çevredeki herkese 'ölçü budur, gelin aşın' diyebilecek yeri olurdu o zaman. (Ha bir de Hamas'ı terör örgütü olarak kabul ederdi.)
III.
Peki, derli toplu bir reçete var mı elimizde? Doğrusu yok. Meseleleri tüm başlıklarıyla beraber açık edecek bir izahat cetvelimiz bile yok. Dahası sorunların tam olarak nereden neşet ettiğine dair kesin bir açıklama bile mevcut değil defterimizde. Ama biz yürümeye yeni başlamış çocuklarız Tanıl Bora. Neden henüz emeklediğimizi söylemeye gerek var mı gerçekten, en iyi bilenlerden birisisin.
Açık bir hesap hatasıyız biz. Söylediğimiz şarkının bir daha asla kimse tarafından mırıldanamaması için her şeyin yapıldığı bir dünyada, yüz küsur yılın ardından tuhaf tuhaf şeyler söylüyor ve başımıza dikilen tüm ayartıcı isim ve eserlere rağmen el yordamıyla bir ateşi yakıyoruz. Taşınacak suyun ve kırılacak odunun nerede olduğunu yeni yeni anlıyoruz.
Neden peki böyle? Çünkü Amerika'dan F-16 kitleri alıp, Türkiye'ye satan komisyoncu ve büyük 'çevreci patron'larımız yok. Olsun arzumuz da yok. Bu böyledir ama. Tutarlılık arayınca kendinle kavga ediyorsun.
Son olarak evet, bazı şeyler hiç de 'samimi' değil Tanıl Hocam. Yoksa Osman Kavala niye hapiste olsun.
Ek.
'Sizin nimet dediğiniz şeyler, sadece birer beladır', cümlesinin öğeleri üzerinden derdimizi anlatabiliriz aslında. O pırıltılı boncukları anlamadığımız için reddediyor değiliz, bilakis anladığımız için reddediyoruz. Siz de bunu anlayıverin artık.
Aktüel siyaset ve dünyanın bugünü üzerine bu kadar çok yazı yazıp da siyasi iktidara, iktidar mekanizmalarına ve bizzat devletin başındaki cumhurbaşkanına hiçbir eleştiri getirmeden konuşmak mümkün olabilir mi? Olabilirmiş.
İsrail'in Filistin'de yaptığı sistemli soykırım karşısında ahlaksızlığına vehmedip susmasını beklerken, köpekliğe hamledip barış istermiş gibi soykırıma destek olan cumhurbaşkanı hakkında tek cümle kurmadan dünyadaki başka devlet başkanları ve başka demokrasi deneyimleri (!) üzerine derinlikli okumalar yapmak mümkün mü? Mümkünmüş demek ki.
Şaka yapmaya çalışmıyorum, bütünüyle ciddiyim ve Alman cumhurbaşkanından söz ediyorum. Tanıl Bora'yı hiç Almanya cumhurbaşkanını eleştirirken gördünüz mü? Hayır. Ama bizimkini sürekli eleştiriyor. Neden? Adamların demokrasisinin, kendilerinde bile olmayan ideal örneğini bizim vermemizi istiyor çünkü. Onlar öyle istiyor da Tanıl Hoca niye öyle istiyor, onu anlamıyorum.
Bu numaraları yutan büyük kitlelerin aksine Tanıl Bora, bu numaraları yutacak adam mı? Elbette değil. E peki neden bu performansı gösteriyor? Ya bilerek ya da yaşlanarak iyice 90'lı yıllar Türk gazetelerine döndü Tanıl Hoca: Berrak, temiz, tutarlı ve fedakâr. Etrafına bir daire çizip herkesi ve her şeyi eleştiriyor. Uzaktan bakınca doğru şeyler söylüyor, yakından bakınca dürüst şeyler... Bakmayıp okuyunca her biri ancak kendi içinde tutarlı sadece bir şeyler söylüyor.
Tanıl Hoca'yı, henüz ve hâlâ yazılmamış olan Cumhuriyet sonrası Türk düşünce tarihinin Demirel'i olarak işaretleyelim ve şunu netleştirelim; 'Ot-Kafa-Deve-Fil-Bavulgillerin mütekabili olan Cins Dergisi', Tanıl Bora'nın zannettiği gibi 'Türkiye'de Kemalist beyazların oluşturduğu kültürel iktidarla mücadele etmek' için falan çıkmadı. Bu illüzyonu yeriz mi zannediyor Tanıl Hoca? Bu çayır, çimen değil. Bu sürülen yağ değil, o biçilmiş don kıspete nispet değil.
İlk söylediğinde, 'tamam' dedik. Hoca, yanlış biliyor, sessize aldık. Ancak aynı cümleleri birkaç kitabına birden koyması ve nihayetinde buna son muazzam eseri Zamanın Kelimeleri'nde de yer vermesi karşısında doğrusunu anlatmak gerekir dedik.
Cins Dergisi, daha henüz ilk sayısında -ki 10 yıla yaklaştı bu zaman- Tanıl Bora'nın hâlâ vehmettiğinin tersine Türkiye'de bir 'kültürel iktidar' falan olmadığını söyledi.* Hele ki bu 'Kemalist beyazların' elinde olsun. Beyazlara neden beyaz dendiğini bile bilmiyor mu Tanıl Hoca? Her rengi üzerlerinde çok iyi gösteriyor oldukları için. Dolayısıyla söylediğimiz ve karşısına geçtiğimiz yel değirmeni küre ölçeğinde her şeye kendi rengini bulaştıran, Teoman Hocamıza rahmetle söyleyelim, vitrinini Amerika'nın oluşturduğu 'İngiliz-Yahudi Medeniyeti' ve onların araçlarıydı.
Kemalist beyazların yaptığı şey, bidayetinden beri bayilik çabasıydı. Üstelik kötü temsilcilikle… Bizzat Kemalizm de başarılı bir kötü bayilik teşebbüsü değil miydi zaten? Ama başka kötü bayiliklere kıyasla iyiydi ve başka kötü bayilikler gibi ekmek verdikleri tarafından savunuldu. Devam da ediyor tabi ki.
Türkiye'ye mahsus bazı tuhaflıkların sebebi de tam olarak bu değil miydi? Ortaya çıkan ve anlamlandırmakta zorlanılan bütün absürt fotoğrafların sebebi bu. En azından hangi görüşte olursa olsun namuslu tüm çocukların acaba ünlemine yol açan tuhaflıklar… Hem 6-7 Ekim olaylarının azmettiricisi Demirtaş'ı savunup hem Atatürkçü olmak hem Aybüke öğretmene üzülüp hem Kobani'ye yürümek aynı bünyede nasıl barınır? Cevap veriyorum: Güzel ve parlak kılıflarla… Menemen'de öldürülen subay Mustafa Kemal'in subayıydı da Deniz Gezmiş'in kurşun sıktığı jandarma kimin jandarmasıydı, önce bunu bir söyleyin.
'Biz sosyalist değiliz' diyen Atatürk'ün partisini, Sosyalist Enternasyonel'e üye yapmak kimin fikriyse Türkiye'de yolunda gitmeyen şeyler konusunda hem de etkili bir şekilde çalışan o parlak parmakla meselemiz var ve o parmak beyazların falan değil. Onu anlayalım.
Sizin için hikâyeyi özetleyeyim; Mustafa Kemal'in silah arkadaşları erkenden emekli edildikten sonra ortada sadece Atatürk'ün 'sofra arkadaşları' kalmıştı ya. Mustafa Kemal'in ölümünden sonra bile o sofradan kalkmayan adamların riyaset ettiği cumhuriyet tarihimizde yolunda gitmeyen ne varsa, o sofradaki bir avuç çekirdeğin ve verilmiş sözlerin peşindekileri adamların yüzünden.
Bırak kaldırma niyetini, günün birinde birisi sofradakileri değiştirme kudretine sahip olacak gibi olduğu için bu kadar atlayıp zıplıyorlar işte. Mesele sadece çekirdek değil ama. O parlak parmağın kim olduğunu anlamak isteyenler, İletişim'in yayın listesindeki 'çevreci, feminist, lgbtq+'cı PKK' vurgusunun nasıl tatlı ve 'özgürlükçü' başlıklarla senelerden beridir arz-ı endam ediyor oluşuna dikkat kesilebilir.
II.
Zamanın Kelimeleri'nde Nuray Mert'in ev ödevine de hak veriyor Tanıl Hoca. 'Daha iyi bayilik' yapmayı çıkış seçeneği olarak ortaya koyuyor ve ikna olmamızı bekliyor. Mert'in bu ödevi 100 yıl sonradan verdiğini ve ödevin kendisinin bizzat ana şubeyi tahkim etmekten başka bir anlam içermeyeceğini anlamıyor mu? Yoksa Nuray Mert gibi yaşlandı mı o da? Neymiş, 'Kültürel manada iddiamız varsa bunu mevcut ve beğenmediğimiz düşünce ve kültür dünyasını bir yana ayırarak değil, onu aşacak ürünler ile yapabilirmişiz. Yoksa biz çalıp biz oynarmışız.'
Adamlar kendileri çalıp kendileri oynuyorlar, orada niye sorun olmuyor. Demokrasiyi içselleştirmiş bir entelektüel olarak her şeyi ancak bulduğu karşılıkla izah etmeye yönelik bu eğilimin nasıl konuşmaya bile değmez bir düşüklük olduğunu gerçekten görmüyor mu Tanıl Bora? Bir şeyin bir şeyi 'aşması' ne demek gerçekten? Çok kırılıp dökülür yerler buralar. Mevcut düşünce ve kültür dünyası neymiş? İddiamız ya da iddiamız nispetince üretimimiz yoksa mevcuda mı eklenmeliymişiz? Nuray Mert bizzat öyle mi yapmış mesela?
Ancak bizim ağzımıza yakışır sevecekleri bir örnek vereyim; Hat sanatının tam da içinde bulunduğumuz zaman dilimindeki seyri hakkında ne buyurur Hocalarımız? Al işte kendimizin çalıp kendimizin oynadığı bir yer. Neden? Çünkü Nuray Mert'in gerçek dünyasında buna yer yok. Varsa bile Zeki Müren'in evindeki hat levhaları gibi; terk edilememiş bir kötü alışkanlık.
Neden 100 yıl sonradan veriyor dedik bu ödevi? Çünkü yüz yıl sonradan verince çok tatlı oluyor. Verir vermez geri çekilip çevrenizde ikna olmuş gözler arayabilirsiniz de ondan. Ölümden henüz dönmüş yatalak hastaya, 'sağlıklı yaşam için koşmak şart' diyor Nuray Mert. Koşamadığın sürece de yaşamakla ilgili iddian olmasın, diye ekliyor. Tanıl Bora da hak veriyor bu şakaya. Bu cümleyi Elif Şafak kurmuş olsaydı vallahi söyleyecek bir şeyimiz olmazdı. Hayır, Elif Şafak örneğini, okuma-yazması olmadığı için tahkir etmek amacıyla vermiyorum, İngiliz olması açısından veriyorum. Nuray Mert, İngiliz bir hoca olsaydı da bu cümleleri kursaydı, diyecek bir şeyimiz olmazdı. Merkezde kendisi varken çevredeki herkese 'ölçü budur, gelin aşın' diyebilecek yeri olurdu o zaman. (Ha bir de Hamas'ı terör örgütü olarak kabul ederdi.)
III.
Peki, derli toplu bir reçete var mı elimizde? Doğrusu yok. Meseleleri tüm başlıklarıyla beraber açık edecek bir izahat cetvelimiz bile yok. Dahası sorunların tam olarak nereden neşet ettiğine dair kesin bir açıklama bile mevcut değil defterimizde. Ama biz yürümeye yeni başlamış çocuklarız Tanıl Bora. Neden henüz emeklediğimizi söylemeye gerek var mı gerçekten, en iyi bilenlerden birisisin.
Açık bir hesap hatasıyız biz. Söylediğimiz şarkının bir daha asla kimse tarafından mırıldanamaması için her şeyin yapıldığı bir dünyada, yüz küsur yılın ardından tuhaf tuhaf şeyler söylüyor ve başımıza dikilen tüm ayartıcı isim ve eserlere rağmen el yordamıyla bir ateşi yakıyoruz. Taşınacak suyun ve kırılacak odunun nerede olduğunu yeni yeni anlıyoruz.
Neden peki böyle? Çünkü Amerika'dan F-16 kitleri alıp, Türkiye'ye satan komisyoncu ve büyük 'çevreci patron'larımız yok. Olsun arzumuz da yok. Bu böyledir ama. Tutarlılık arayınca kendinle kavga ediyorsun.
Son olarak evet, bazı şeyler hiç de 'samimi' değil Tanıl Hocam. Yoksa Osman Kavala niye hapiste olsun.
Ek.
'Sizin nimet dediğiniz şeyler, sadece birer beladır', cümlesinin öğeleri üzerinden derdimizi anlatabiliriz aslında. O pırıltılı boncukları anlamadığımız için reddediyor değiliz, bilakis anladığımız için reddediyoruz. Siz de bunu anlayıverin artık.
- * Bu arada, iyi arşivci Tanıl Hocamız yanılıyor, yine vehmettiğinin aksine Erdoğan, el altından bize biraz para verdi de biz de oradan yürüdük, hikâye böyle değil. Bu, Alman vakıflarında böyle çalışıyor olabilir. Kültür ve iktidar tartışmasına biz dahil olduğumuzda hükümetin de Erdoğan'ın da böyle bir gündemi yoktu. Dahası Hakan Arslanbenzer, ilgili kitabını 2011 yılında yayınlamıştı. Yani hikâyenin başladığı yer 'kendinde' burası. Buradakilerin büyük kısmı belli odakların işaretiyle harekete geçmiyorlar. Bu bir yanılgı. Aynı yanılgı Ruşen Çakır'da da var, niyeyse. Kendinden bilmek mi acaba?