Betnano Giriş, Betnano Güncel, Betnano Güncel Adresi, Betnano Giriş Adresi, Betnano Girişi, Betnano Güncel Sitesi, Betnano Güncel Linki, Betnano Yeni Adresi, Betnano Giriş Linki, Betnano Resmi Sitesi, Betnano Yeni Giriş, Betnano Kesintisiz Giriş, Betnano 2025 Güncel Adresi, Betnano Hızlı Giriş, Betnano Online Giriş, Betnano Mobil Giriş, Betnano Sorunsuz Giriş, Betnano Güncel Web Sitesi, Betnano En Son Adresi, Betnano Kayıt Ol, Betnano Üye Girişi

Sâdık Hidâyet’in hayalet imgeleri

Betnano

Administrator
Yönetici
Katılım
Ocak 22, 2025
Mesajlar
257,676
Tepkime puanı
0
Puanları
36
Sâdık Hidâyet


Sâdık Hidâyet'in hayaletleri yerine rüyaları da diyebilirdik rahatlıkla. Ya da gölgeleri. Kör Baykuş'ta her karakter, ana karakterin gölgesidir. Bunu yazar da belirtiyor: 'Sanki ihtiyar hurdacı, kasap, dadım ve o kahpe karım, benim gölgelerimdiler, ben bu gölgelerin içinde hapsedilmiştim.' Kalemdân (kalem kutusu) yapmasının dışında romanın kahramanına dair bir şey bilmiyoruz. İsmi de meçhul. Fakat gördüğü hayaller, romanın çevresini oluşturuyor. Merkezde kendisi var. Kendisi ve uğradığı hayal kırıklığı ve haksızlık. Bol miktarda afyon kullanıyor. O yüzden sık sık gerçekle hayali birbirine karıştırıyor. Ama anlatımda şu hayaldir, şu gerçektir gibi bir ayrım yok. Sâdık Hidâyet bu konuda çok başarılı. Okuyucuya kalmıştır, anlatılanların gerçek mi, hayal mi, yoksa rüya mı olduğunu ayırt etmek. Çok da fark etmiyor zaten, bu sorulara hangi cevabı verirsek verelim.

  • Kör Baykuş, Borges'i kıskançlıktan çatlatacak, Márquez'i bu kadar az sayfayla da yapılabiliyormuş diyerek düşündürtecek büyülü gerçekçiliğe sahip bir roman.

Ayrıca Alain Robbe-Grillet'nin Silgiler ve Kıskançlık romanlarında yapmaya çalıştığı, girdap tekniğiyle yazılmış. Bu teknik; bir merkez konu, olay veya şahıs etrafında görüntü, imge, ses veya birbirini çağrıştıran olaylar tekrar tekrar belirtilerek, anlatılarak girdaba dönüştürülür. Girillet daha çok görüntüleri kullanır, yani tasvirleri. Sâdık Hidâyet ise bu girdabın oluşması için her şeyi devreye sokar. Bu manada akıl almaz bir anlatıcıdır Hidâyet. Okuyucuyu da o girdabın içine çekmeyi başarır. Büyülü gerçekçilik de bu noktada devreye girer. Hayaller uçuşmaya başlar etrafta. Halüsinasyonlar, anılar, ölmüş kişiler, duyulan hikayeler vs. iç içe girer. Birbirini tanımlar ve tamamlar. Fakat anlatımda bir yandan da gerçeklikten kopmamaya çalışılır. Afyon çeken kişilerin, gördüklerinin hayal olduğunu bildiği hâlde, gerçeklikten uzaklaşmamaya çalışması gibi. Tabii bu da karakterin zaman zaman yaptığı bir şeydir. Çoğu yerde kendini bırakır. Gerçeklikle ilişkisini koparır. Çok acı çekiyordur çünkü. Ayrıca hastadır. Bunların üstüne afyon alınca, sadece ana konuya odaklanması gerekir. Meselesi odur çünkü.

Okuyanlar bu noktada Kör Baykuş'un hiç olmazsa teknik olarak Filibeli Ahmed Hilmi'nin A'mâk-ı Hayâl'ini hatırlattığını fark edecektir. Filibeli Ahmed Hilmi hakikat yolculuğu için bu tekniği kullanır. Hidâyet'in hakikatle uzaktan yakından ilişkisi yoktur. O içinde dinmek bilmez, büyük acıyla meşguldür. Aslında iki romancının meselesi de bütünüyle varoluşsaldır. Biri felsefe ve tasavvuf üzerinden varoluş sancılarına deva ararken diğeri, uğradığı gadir üzerinden yapar bunu. İkisinin de yolu hayaller, rüyalar ve halisünasyonlara çıkar. Her iki romanda da varlığın, gölge metaforuyla açıklanması manidardır. Kahramanın sık sık uyuyup uyanması ayrıca, her iki romanı da birbirine yaklaştırıyor. Tabii Ahmed Hilmi daha aydınlık ve umutlu bir zihninle yazıyor. Sâdık Hidâyet bütünüyle umutsuzlukla dolu. O, kahramanının nasıl hızla ölüme doğru ilerlediğini anlatıyor.

Kör Baykuş'taki tekrarlar, anlatıcı kahramanın portresini de koyuyor ortaya. Roman sanki bir kısa, bir de bunun açıklanması mahiyetinde uzun iki hikâyeden oluşuyor. Okuyucu olarak kendimizi ilk önce rüya gibi bir anlatımın içinde buluyoruz. Ziyarete gelen amcasına bir şeyler ikram etmek için mutfağa giden karakter, pencereden çok güzel bir kadın ve kambur bir ihtiyar görür. O kadına aşık olur. Sonra o kadını kahramanın evine girerken görürüz. Kadın kahramana kendini teslim eder ve ölür. Kahramanımız kadının resmini çizer, cesedini parçalar, bavula koyar ve kambur bir mezar kazıcının yardımıyla onu mezarlık yakınındaki nehir kenarına gömer. Tüm bu olaylar neden, nasıl olmuştur bilemeyiz.

  • Kadın nasıl öldü? Mezar kazıcısı kimdir? Kahramanımıza neden bu kadar yardım etti? Toprağı kazarken bulduğu testiyi neden kahramanımıza hediye etti?

resized_0aec9-8fabdbd2sadc4b1k2.jpg


Peki kahramanın çizdiği resim, o testinin üzerinde ne geziyordu... gibi gibi yığınla soruyla boğuşmamıza sebep olur bu hikâye. Yukarıda belirttiğimiz gibi Borges'i kıskandıracak bir büyülü gerçekçi anlatımdır bu. Bir yandan da Kafka'nın Dava'sını, Albert Camus'ün Yabancı'sını hatırlamadan edemeyiz. Nedensiz kötülük konusu yani. Bir gadre uğrayan kahraman, tüm bunların neden başına geldiğini bilmez. Okuyucu da bilmez. Sadece sembollerden yola çıkarak yorumlamaya çalışır.

Sonrasında âdeta bu hikâyenin açıklanması kabilinden, yeni bir hikâyenin anlatımı başlar. Yine sembollerden yola çıkarak hikâyenin bütününü anlamaya çalışırız. Sâdık Hidâyet, dönüp dolaşıp aynı şeyleri ve karakterleri, Agota Kristof'un Büyük Defter, Kanıt ve Üçüncü Yalan romanlarında yaptığı gibi aynı şeyi anlatırken olayları daha da birbirine karıştırarak, asıl söylenmesi gerekeni kapata kapata değil karıştırmadan aça aça ilerler. Bu noktada da Sâdık Hidâyet'in başarısı, göz kamaştırıcıdır. Okuyucuya anahtar imgeleri ustalıkla verir o. Ve tam zamanında onu hatırlamamızı sağlar. Bunlar kahramanın portresiyle birlikte anlatının da köşelerini, fırça darbelerini oluşturur. Onlarla portrenin bütünü değilse de bütüne yakınını görürüz. Bu imgelerin bazıları seslerden, bazılarıysa görüntüden oluşur.

Kambur ihtiyar imgesi, romanın sonuna kadar peşimizi bırakmaz. Sonunda böyle birinin olmadığını, kahramanın kambur ihtiyarın ta kendisi olduğunu düşünürüz. Fakat o ihtiyar ayrıca kahramanın kayınbabasıdır. Mezar kazıcı da kambur ihtiyardır. Bununla Hidâyet'in kızın mezarını bizzat babasının kazdığı, diğer ifadeyle bu cinayetin sorumluluğunun babasında olduğu yorumuna gidebiliriz. Kadının kocasını aldattığı kişi de, bir dilencidir. O da ihtiyardır. Ve kayınbabayla, mezar kazıcısı ve dilenci ihtiyarın ortak noktası sadece kambur olmaları değil, korkunç kahkahalarıdır. Kahkaha atarlar ve omuzları inip kalkar. Bu, Kör Baykuş'ta iğrentinin, korkunun ve kötülüğün simgesidir. Omuzların sarsılması görsel, kahkahaysa işitsel imgeyi oluşturur. Roman boyunca bununla karşılaşırız. Romancımız her korkuyla birlikte iğrençliği hissettirmek istediğinde bu imgeyi kullanır.

Kahramanın karısı, kayınbabası ve kardeşi… Hepsi de tırnağını dişler. Bu imge de bu kişileri tanımızda bize yardımcı olur. Romanın ilk hikâyesindeki, kahramanın aklını başından alacak güzellikteki kadın da sol elinin işaret parmağını dişlemektedir. Bu, o aileyi anlatmak için kullanılan anahtar imgelerden biridir. Romanda sık sık karşımıza çıkar. Bu imge ise, şehvete işarettir. Kayınbaba damadıyla kızının seviştiğini görür. Aynı ihtiyar, damadının küçük oğlunu öptüğünü de görecektir. Kahramanımız her iki olayda da utancından yerin dibine girer. Şehveti kesintiye uğrar. Utançla, suçlulukla karışır. Bu, kahramanımızı zehirleyecektir. Hayatının büyük ıstırabına yol açacaktır. Şehvetle suçluluğun bir araya gelip hınca, öfkeye, nefrete dönüşmesine yol açacaktır. İlginçtir ilk sevişme kaynanasının cesedinin önünde gerçekleşir. Üzerine kayınbabanın kahkahalar eşliğinde tanıklığı gelir. Şehvet, utanç ve ölüm bu şekilde bir araya gelir ve içinden çıkılmaz bir probleme dönüşür: '…öyle sanıyorum ki aşk ve kin aynı şeydiler.' Kahramanımızın, kemik saplı bıçakla kuzuyu boğazlayan, sonra da kuzunun etlerini doğrayan kasabı, şehvetle özdeşleştirmesi de bu yüzdendir. Kahramanımız için artık ölüm ve kasaplık; şehvetli ve haz verici yegâne yöntemdir. Ölüm güzellemesi yapmasının sebebi de budur. Öldürdüğü karısını kemik saplı bıçakla doğrayıp bavula doldurmasının sebebi de…

Karısı neden bu adamla evlendi bilmiyoruz. İkisinin de süt annesi aynı. Kahramanımız annesinden uzakta büyüyor. Ortalıkta babası da yok. Dolayısıyla çocukluğunu birlikte geçirdiği süt kardeşiyle evleniyor. Aslında onun aklında evlenmek yok. Fakat romanın ilerleyen sayfalarında onun çocukluktan beri karısını tutkuyla arzuladığını anlıyoruz. Kim bilir belki de süt annesinin vasiyetiydi evlenmeleri. O yüzden kadın annesinin cesedi önünde kahramanımıza saldırır ve onu evlenmeye mecbur bırakır. Sonra da hem annesinden hem de kocasından intikam almak için, bir daha kocasıyla birlikte olmaz. Bu da bir yorum ve tahmin. Asıl dikkat çekmek istediğim nokta; çocukluktan itibaren aşık olduğu kadın nedeniyle divane olmuş kahraman tipidir. Bu düpedüz Mecnun'un ta kendisidir.

  • Hidâyet âdeta modern Mecnun'u yazmıştır. Mecnun da Leyla'yı çocukken görür ve aşık olur. Kahramanımız da öyle. Mecnun'un asıl ismi Kays'tır. Ona deli manasında Mecnun denmeye başlar. Kör Baykuş'un kahramanı da hastalanır, delirir.

Sıcak çorbayı getiren dadısının üzerine döker mesela ve bas bas bağırır. Bu şekilde dadısının ve karısının kendisiyle meşgul olmalarını sağlamaya çalışır. Sâdık Hidâyet tabii ki de Doğu anlatılarını iyi biliyordu ve sanki onları şehvet, hınç, cinayet bağlamında yeniden yorumlamıştır. Anlatının içine sık sık rüyaların da dahil edilmesi, yine romandaki Doğu anlatı esinlerinden biridir.

Özetleyecek olursak; 'kahkaha', 'sarsılan omuzlar', 'sol elin işaret parmağını dişleme', 'kemik saplı bıçak', 'kambur ihtiyar' imgeleriyle oluşturulan anlatı örgüsü hem kahramanını hem de okuyucusunu girdabın içine çekmektedir. Kahramanımız sürekli acı çeker. Acziyetini duyar. Suçluluk ve korku da eklenir bu acziyete. Sonunda bu Büyük İskender'in Gordion Düğümü gibi çözülmez olan meseleyi yine Büyük İskender gibi bir bıçak darbesiyle çözmek ister. Kendisi de ölecektir zaten. Romanın başından sonuna kadar 'zaten ölü' olduğunu söyler durur. Kahramanın karamsarlığı, kötücüllüğü, kontrolsüzlüğü sinir bozacak düzeydedir. Karısı başka birinden hamile kalmıştır ve diğer odada uyumaktadır, kendisi ise, bunları düşüne düşüne zihnini, iç dünyasını ve duygularını zehirler. Hikâyenin sonu için sağlam ve okuyucunun ahlaki duygularını zorlayan bir durumdur bu.
 
Üst