Betnano Giriş, Betnano Güncel, Betnano Güncel Adresi, Betnano Giriş Adresi, Betnano Girişi, Betnano Güncel Sitesi, Betnano Güncel Linki, Betnano Yeni Adresi, Betnano Giriş Linki, Betnano Resmi Sitesi, Betnano Yeni Giriş, Betnano Kesintisiz Giriş, Betnano 2025 Güncel Adresi, Betnano Hızlı Giriş, Betnano Online Giriş, Betnano Mobil Giriş, Betnano Sorunsuz Giriş, Betnano Güncel Web Sitesi, Betnano En Son Adresi, Betnano Kayıt Ol, Betnano Üye Girişi

Nanköre cevabın tarihçesi: Boykotaj

Betnano

Administrator
Yönetici
Katılım
Ocak 22, 2025
Mesajlar
262,353
Tepkime puanı
0
Puanları
36

Halife, Saraybosna'yı vereceğine İstanbul'u teslim etsin​


İlk boykot ne zaman yapıldı diye soracak olsanız evvela İrlandalı çiftçilerin 1879'da Charles Cunningham Boycott isimli bir adamın sert tutumuna karşı hayvanları sakatlaması ve kötü muamelesine engel olmak için protesto maksadıyla onu dışlamaya çalışmasını örnek verenler çıkacaktır. Haksız da değillerdir. Bir eyleme ismini veren adam olarak Boycott çocuklarına miras olarak evrensel bir kara leke bırakacaktı.

1878'den başlayan bir yaranın kaşınmasıyla boykotajın bizcesi ortaya çıkacaktı. 1908'de Payitaht İstanbul kaotik günlerden geçmiş, ittihad-hürriyet-müsavat-adalet diyen İttihatçılar 33 yıllık Devr-i Hamid'in sonunu getirmeden hemen önce sultana ikinci kere meşrutiyeti ilan ettirmişlerdi. Kanun-i Esasi yeniden yürürlüğe konurken Meclis-i Mebusan tekrar toplanmış, siyaseten hâlâ Osmanlı toprağı olan Bosna Sancağı da meclise temsilci gönderirken bölgenin özerk bir yapı haline dönüşme ihtimalini gören dönemde, Avusturya Macaristan İmparatorluğu bu kaotik dönemde 1878'den itibaren fiilen işgal ettiği Bosna Sancağı'nı 5 Ekim 1908'de ilhak etmişti.

Avusturya Hükûmeti bir oldu bittiyle durumu kontrol altına almaya çalıştıysa da bu karar 1878 Berlin Anlaşması maddelerine aykırıydı. İstanbul Hükümeti Düvel-i Muazzama'ya, bilhassa da İngiltere'ye başvurarak destek talebinde bulunmuşsa da bahse konu diğer devletlerin tavrı, bölgenin geri kazanılmasının mümkün olmadığı üzerineydi.

İdareyi ele almış olan İttihatçıların el altından desteklemesiyle başta mavnacılar ve hamallar olmak üzere Avusturya'ya karşı büyük bir boykot hareketi başladı. Mavnacılar ve hamallar Avusturyalı Lloyd Kumpanyası'nın gemilerini boşaltmayı ve taşımayı reddettiler. Karaköy limanına yanaşan gemiler ne yükünü ne yolcusunu boşaltamadı. Fatih'in mirası olan Bosna halkı, Balkanlar'daki diğer sancaklardaki tebaadan farklı olarak tamamına yakını İslâm olmuştu. Etnik milliyetçiliğin yükselmeye başladığı Balkan coğrafyasında Osmanlı'nın kaderiyle kendi kaderini bir görmekteydiler.

Boykot basılan ve elden ele dağıtılan varaklarla okuma yazma bilen herkese ulaştırılarak halkın bilinçlenmesi sağlanmıştı. Avusturya mallarını satan mağazalardan alışveriş kesildiği gibi bu mekânlara girmek isteyenlere de halk engel oluyordu.

Boykota karşı Avusturya Hükümeti'nin Osmanlı bölgesine gelen kumpanya gemileriyle beraber savaş gemisi de göndereceği şayiasının yayılması halktaki tepkiyi daha da büyütecekti. Avusturya Macaristan İmparatorluğu ile Osmanlı idaresi ticari olarak ilişkisini kolay kolay kesebilecek durumda değildi. Osmanlı ithalatının %80'i Avusturya'dan yapılmaktaydı. II. Mahmud'un bir reformu olarak yaygın olarak kullanılmaya başlanan fes için her ne kadar Haliç kıyısında Feshane kurulmuşsa da buranın ürettiği fes miktarı halkın ihtiyacını karşılamanın çok altındaydı. Fes satışının hâlâ %70'i Avusturya'dan yapılmaktaydı. Buna karşılık dönemin karikatürlerinde Kalpak Mağazası'ndan alışveriş yapılması tavsiye edilecekti. Fesin haricinde hazır gıdaların, şeker gibi temel maddelerin büyük kısmı Avusturya'dan ithal edilmekteydi.

Boykot girişi galeyana gelen halk tarafından yer yer şiddet gösterilerine dönüşmüş, Osmanlı coğrafyasının birçok bölgesinden gelen şifreli telgraflarda asayiş temininde zorlanıldığı görülmüştür. Bunlardan en ilginçlerinden biri Kudüs Mutasarraflığı'ndan gelen telgraftır. Yafa limanındaki dezenfekte edilmesi için bekleyen Lloyd Kumpanyası'na ait gemiye çıkan bazı kişiler karantinayı ifade eden sarı sancağı yırtmış, gemidekileri darp etmişti.

Avusturya Hükümeti her ne kadar boykot sonlanmadığı müddetçe İstanbul idaresiyle müzakere sürecini bile başlatmayacağını ilan etmiş olsa da boykotun dozu artınca ve öngörülemez bir sürece dönüşünce bu kararından vazgeçmiş, Bosna'yı geri vermemekle beraber Osmanlı Hükümeti'ne yüklü bir tazminat vermeyi kabul etmişti. 26 Şubat 1909'da boykot sonlanmıştı.

Karar ilan edildiğinde Boşnaklar büyük tepki göstermiş, "Halife Saraybosna'yı vereceğine İstanbul'u teslim etsin." demişlerse de maalesef Bosna Sancağı geri döndürülemez şekilde idareten Osmanlı'dan kopmuştur.

Nan nedir, nankör kimdir, yapılması icap eden nedir?​


İlk boykot denemesiyle hem İttihatçılar hem de halk ellerinde nasıl bir güç olduğunu fark etmişlerdi. 1909'daki Girit ve 1911'deki ABD ile yaşanan Hacı David Kumpanyası boykotunu saymazsak bir sonraki büyük boykotun tohumları da yine 1911'de atılacak, 1913'de bir yıla yakın devam edecek asıl süreç başlayacaktı.

1911'de patlak veren Balkan Savaşları'nda Osmanlı Devleti Rumeli'ndeki vatan topraklarını kaybetmiş, 6 asırlık koca devlet yeni kurulmuş ordular karşısında askeri olarak büyük bir mağlubiyet yaşamıştı. Savaş sonrasında hem idareci kadro hem münevver kesim hem de halk nezdinde mağlubiyetin sebepleri üzerine büyük bir tartışma çıkacaktı. İstanbul camilerinin avluları Balkanlardan sürülmüş, evlerini barklarını kaybetmiş, yakınlarını toprağa vermiş, tacize, tehdide maruz kalmış, umutsuz muhacirlerle doluydu. Hınç, kin, karamsarlık, yeis iç içe geçmişti.

Savaş sırasında ikmali ve savunmayı güçlendirmesi beklenen donanma Marmara Denizi'nden çıkamamıştı. Görüceli bir Rum'un Yunan donanmasına hediye ettiği kendi adını taşıyan Averof zırhlısı Çanakkale Boğazı'nı kapatmıştı çünkü. Orduya alınan Hristiyan askerlerden bir kısmının manen Osmanlı Ordusu'na aidiyet hissetmemesi, Makedonya'daki birliklerdeki Rumların ordudan firar etmesi, dahası firar edenlerin ciddi bir kısmının Yunan safında Osmanlı ordusuna karşı savaşmış olması, ticareti neredeyse büyük oranda elinde tutan zengin Rumların Yunan ordusuna bağış yapması, hem eylem hem söylem olarak halk arasında dahi Yunan tarafını tutmuş olmaları üzerine Müslüman Türk halkın nefretini büyütmüştü.

Müsavat (eşitlik) motivasyonuyla idaresini kuran İttihatçı kadro 1913 Ocak'ı itibariyle kabinesindeki, sefaretlerdeki Rumların yerini Türklerle değiştirdi. Genç Osmanlılar fikriyatının devamı olarak kendini gören İttihatçı yazarlar, Namık Kemal'in İntibah romanından mülhem olarak İktisadi İntibah hareketinin başlatılması gerektiği fikrini gazetelerde yazmaya başlamıştı. Bugüne kadar yapılan reformların ağırlıklı olarak askeri alanda kalmasının savaşın neticesine olumsuz etkisi konuşulmaktaydı. Artık ticaret, eğitim, tarım gibi alanlarda reformların daha önemli olduğu kanaati oluşmuştu.

İşte tam da böyle bir birikim 1913'te Rumlara karşı ağır bir boykot sürecini başlatacaktı. 'Türk'ün Türk'ten alışverişi' söylemi varaklarla her yere ulaştırılıyor, Rum'dan alışveriş yapanlar lanetleniyordu. İstanbul'da neredeyse bir tane Türk bakkal dahi yoktu. Türk halk ticarete atılıyor, tavrını ortaya koyuyordu. Artık Rum bakkaldan ekmek dahi almayacaklardı. Nan yani ekmek Müslüman Türk için kutsaldı, ona hep Nan-ı Aziz demişti. Ekmeğini yediği yere hainlik edene o yüzden 'nankör' diyecek kadar anlam yüklemiş olan aziz Türk milletinin bu boykot tavrı, dalga dalga Bulgar ve Ermeni tacirlere karşı da yayılacaktı. Mademki Rum asırlardır Türk'ten değil kendi milleti olan Rum'dan alışveriş yaparak gizli bir boykot yapmaktaydı, Türk neden yapmasındı!

Fener Rum Patrik'i boykottan etkilenen Rum tüccarların listesini Dâhiliye Nezareti'ne, Sadrazam'a götürerek bunun sonlandırılmasını talep etmişse de idare nezdinde istediği karşılığı alamamıştı. En son Adalet Nezareti'ne gittiğinde yaşanan mazbata krizinde Nezaret'in Patrikliğin almak istediği mazbatayı vermeyerek tavrını koyunca Patrik'in "boykot kalkmazsa başka yollara başvuracağını" söylemesi bardağı iyice taşıracaktı. İttihatçılara yakın Tanin Gazetesi'nin kurucularından Hüseyin Kazım Bey'in Patrik'e Açık Mektup Risalesi yazacaktı.

Hüseyin Kazım Bey, Fatih'in fetihten sonra verdiği asayı elinde tutan Patrik Efendi'nin başvuracağı başkaca yolların neler olduğu soracak, Türk'ün Türk'ten alışverişinin en doğal hakkı olduğunu ilan ederek risalesini şöyle bitirecekti:

"İyi bilin Patrik Efendi!

Boykot yok, vazife, intibah, borç vardır. Biz kimseye cebr etmeyiz. Cevr etmeyiz. (…) Siz çalışırken biz oturamayız. Siz para kazanırken biz dilencilik yapamayız. Siz bu memleketin kaderiyle alakadar olmazken biz sizinle alakadar olamayız. Elimizdeki ekmeği başkasına veremeyiz. Müslümandan alışveriş ederiz. Müslümana yardım ederiz. Müslümanı severiz. Müslümandan alışveriş yapmayana lanet ederiz. Allah yekdiğerine yardım edene yardım vaad etmiştir. Biz Allah'a inanırız. Hak yolunu biliriz. Haktan ayrılana da hidayet için dua ederiz.

Emin olun sizi de duadan unutmayız Patrik Efendi!"


Kaç bin yıllık kıssa: Karınca​


Herkesin bildiği bir şeyi anlatmanın tehlikesi, okuyanın, dinleyenin kulak ardı edebilme ihtimalidir. Şimdi Hazret-i İbrahim'in atıldığı ateşe su taşıyan karıncanın hikâyesini anlatmaya belki lüzum yoktur. Lakin karıncanın gösterdiği onurlu tavrın 9 aydır devam Filistin'e uygulanan soykırıma karşı kayıtsız kalmamak adına bir örnek teşkil edeceğini, 'Boykotun neye faydası olacak ki?' söyleminde bulunanlara verilecek en net cevap olacağını hatırlamak gerekli.

Yoksa hâlâ merhum Mehmed Akif'in dediği gibi 'bin yıllık kıssa yarım hisse' vermeye devam eder. Rabbine, kardeşine, tarihine, ceddine, insanlığa karşı Nankör olmayacak kadar Aziz'iz çünkü sen, ben, o!
 
Üst