- Katılım
- Ocak 22, 2025
- Mesajlar
- 245,625
- Tepkime puanı
- 0
- Puanları
- 36
- Bir güzele gönül verdim
- Ona canım, ömrüm derdim
- Gençliğimi aldı, gitti
- Per perişan etti beni, vay
- Bir Güzele Gönül Verdim Duygularım, 2011
Bana gençlik ne diye sorulduğunda herkes gibi basmakalıp cevaplar verdiğim oluyor elbette; ama son zamanlarda gençliğin ne'liği üzerine düşündüğümde, 'gençlik'in dünyada yerinden edilen bir kavram olduğunun farkına varıyorum.
Gençlik ya da genç. Batı'nın icat ettiği bir kavram bu. Çünkü modern döneme kadar 'genç' diye biri yok tarihte; çocuk var, yetişkin var, ihtiyar var yani 'kocamış' var. Genç çok sonradan, yani belki de çocukluktan yetişkinliğe geçişteki hataların telafi edilmesi ya da hor görülmemesi için inşa edilmiş bir kavram gibi geliyor bana. Hatasızlık…
İslam'da, dini bakımdan 'genç' diye bir kategori kabul edilmez; ya çocuksundur ya da yetişkin; yani ya mükellef değilsin ya da mükellefsin. Çok kesin ve insan gerçekliğine dair bir tasnif bu.
Şimdi esasen gençlik dediğimiz 'Kavram' bir ya da birkaç endüstrinin icadı, genç olmanın affedilmekle bağı kuruluyor Merkez Avrupa'da; gençtir, yapar… Hayır, yapamazsın. İslam'da gençler yapamaz. Bir çocuk mükellef olduğu andan itibaren 75 yaşında akıl sağlığı yerinde biri neden sorumluysa ondan sorumludur.
Bir de fizyolojik olarak tanımlamaya başladılar insanları 21. yüzyılda. 21. yüzyılda zaten her şeyi tanımlamaya ve kategorilere ayırmaya başladılar. Artık, 45 yaşa kadar erkekleri ve kadınları genç, 45 yaşından sonra ise yetişkin kabul eden bir mantığa, tanıma vardılar. 65-70'den sonra ise insanları yaşlı kabul ediyorlar.
Bu tanımlamalar ne için yapılıyor; sağlık sektörü için. Sadece sağlık sektörü değil, aynı zaman da 'moda'nın da işini yarıyor bu tasnif. Bu gençlik tanımının üzerinden parasını cebine koyabilen herkesin işi rast gitsin! Çünkü gençlik, ne kadar yaş olarak ileriye taşınabilirse ekonomideki döngüsü ve harcama kabiliyeti de o oranda artacak demektir. Chul Han kesin bu konuda da bir şey söylemiştir değil mi patron?
Gençlik yalakalığı ve diğer meseleler
Gelelim asıl meseleye: Türkiye'deki sosyolojik olarak gençlik yalakalığı üzerinden ilerleyen, gençlere taparcasına 'ne yapsalar haklılardır' diyen bakan ve Türkiye'deki politikacıların oluşturduğu düzleme…
Saçmalık bu. Her hâliyle saçmalık. 'Ne yapsalar haklılar' dedikleri gençler, gerçekten çok kabiliyetli değiller, birikimleri de yok. Onları Türkiye'nin merkezine yerleştirecek nitelik ve donanıma da sahip değiller; çünkü çok temel yaşam oryantasyonları eksik, hatta yerle yeksan…
Hâl böyle olunca bir filminden fırlamış gibi Eskişehir'de bir çocuk üstünü başını giyinip onlarca kişiyi öldürmek kastıyla Eskişehir'de insan avına çıkabiliyor. 'Bu gençtir idare edelim' düşüncesi 'gençtir, gönlünü alalım, yalakalık yapalım'a dönerse olacağı buydu.
Üzerinde plan yaptığımız 'gençler'den çok bir şey beklememek lazım. Plan yapılan ve idealleştirilen her şey gibi. Yani işte gençler bizim yapamadıklarımızı siz yapacaksınız gibi beklentilerin bir kısmı boşa çıkacak. Gençlerin de yapamayacakları, gücünü yetiremeyecekleri şeyler olacak; hatta iyi gideni bozdukları anlar da… Onlar da bizimle aynı hayal kırıklıklarını yaşayacaklar. Bizimle aynı hataları yapacaklar ya da bizden ayrı bambaşka hatalara gidecekler. Onlar düşündüğümüz kadar zeki değiller, düşündüğümüz kadar da aptal değiller.
Onlar da her kuşak gibi kendi hikâyesini yaşamaya çalışan, Türkiye'nin kırık dökük yolculuğunda bir şekilde var olmaya, hayata tutunmaya çalışan bir nesil altı-üstü. Her kuşak gibi bilmedikleri şeylerle karşılaşmaya ve mücadele etmeye devam edecekler. 2000 ve sonrası doğan çocukların ilk gençlik anılarını pandemi oluşturuyor mesela. Başka bir travma bu, hiç de karşılaşmadıkları bir kavram.
Bir başka mesele de gençlik açısından ekonomik kriz elbette. Adı 'orta sınıf' olarak anılan babalar, artık diyor ki 'onu alamayız kızım, onu alamayız oğlum'. Bunun denilmediği bir Türkiye'de büyüyüp sonra bunun sıkça tekrar edildiği bir Türkiye'ye uyananların travmalarından, kendine mahsus hatalarını temize çekmek için bahane bulanlardan bahsediyoruz.
Ormandan Milli Parka!
Bütün bunların, bu gençlik yorumlarının Azer Bülbül ile ne ilgisi var diye soracaksınız elbette. Çok alakası var. Azer Bülbül'ün Bir Güzele Gönül Verdim şarkısı gençliği neredeyse mükemmel şekilde tanımlıyor: 'Bir güzele gönül verdim / Ona canım, ömrüm derdim / Gençliğimi aldı, gitti / Per perişan etti beni, vay'.
Neymiş, demek ki gençlik en temelinde bir ruh hâli, fiziksel bir şey değil, sosyolojik bir şey değil; bir ruh hâli. Yani âşık, maşukuna diyor ki, 'sana gönül verdim', 'canım dedim', 'ama sen beni hayal kırıklığına uğrattın', 'böylelikle gençliğimi benden aldın'. 'Yaşamak için duyduğum iştah yok oldu sayende…' Daha ne desin?
Bu Azer Bülbül'ün tanımı, ben ise çok başka bir bağlamda şöyle tanımlamıştım gençliği: 'çocukluk bir bahçeyse gençlik bir ormandır. Yetişkinlikte milli park hâline getirirler adamı'.
Çünkü insan bir ormandan yani labirentlerle dolu, patikalarla dolu, bilmediği bitkilerle, daha önce karşılaşmadığı hayvanlarla, tadını almadığı yiyeceklerle, ilk defa duyumsadığı kokularla dolu bir ormandan çıkıp, ceylanları uzaktan, tel örgülerin arkasından izleyebileceği bir milli parka dönüşüyor. Ne yazık ki dönüşüyor!
Türkiye'de adına genç diyebileceğimiz insanı aslında çok fazla görmüyoruz çevremizde. Çünkü bir şekilde yaşama uğraşına kaptırıp kendimizi milli park formunda bir yerde buluyoruz. Bunun Türkiye'de yaşamakla ilgisi var diyeceğim ama dünyada da durum bundan ayrı değil; çok çabuk büyüyen çocuklar ve hiç büyümeyen gençlerin arasında sıkışıp kaldı dünya…
Bu kütleyi boş yere eleştirmeyelim. Ve elbette: Gün gelir bütün gençlikler alınır elden. Ve elbette: Ne güzel albümdü ama; Azer Bülbül'ün Duygularım'ı…